BEYAZ GÜRÜLTÜ
Ayşegül Töre
Amerikalı ünlü yazar Don DeLillo, 1985 yılında kaleme aldığı White Noise (Beyaz Gürültü) adlı romanında teknoloji ile birlikte güç elde eden insanoğlunun doğaya verdiği zararlardan bahsederek bizleri önlemler almaya ve tek sığınağımız olan doğaya sahip çıkmaya sevk ediyor. Eleştirmen Frank Lentriccia’nın Beyaz Gürültü için söylediği söz önemlidir:
Ekolojik bilincin oluşma evresinde ortaya çıkan ekolojik bir kitap.
Amerikan Ulusal Kitap Ödülü’ne değer görülen Beyaz Gürültü’de Don DeLillo, 1980’lerde hızla gelişen ve kötüye kullanılan teknolojiyi, bilinçsizce kullanılan böcek ilaçlarını ve aşırı tüketici Amerikan toplumunu eleştiriyor. Beyaz Gürültü üç bölümden oluşuyor: Waves and Radiation (Dalgalar ve Radyasyon), The Airborne Toxic Event (Havadan Gelen Toksik Tehlike) ve Dylarama. Birinci bölümde ana karakter Jack Gladney ve ailesini tanıyoruz. Jack Gladney Almanca bilmemesine rağmen College on the Hill’de Hitler Araştırmaları” bölüm başkanlığı yapıyor. Jack, tıpkı eşi Babette gibi, ölmekten çok korkuyor. Jack ve Babette daha önceki evliliklerinden çocukları ile birlikte Blacksmith kasabasında yaşıyor. İkinci bölümde havaya yayılan zehirli kimyasal maddenin (kitapta geçen adıyla Nyodene Derivative) Gladney ailesinin ve tüm kasabanın hayatını nasıl ölümle tehdit ettiğini, büyük bir kargaşa yarattıktan sonra tehlikenin geçmesiyle kasaba hayatının normale döndüğünü görürüz. Son bölümde ise Babette’nin kızı Denise, annesinin ölüm korkusundan kurtulmak için gizlice kullandığı Dylar adlı ilacı buluyor. Dylar, insan beynindeki bazı fonksiyonları yok ederek insanları ölüm korkusundan kurtardığına inanılan henüz deney aşamasında ruhsatsız bir ilaçtır. Babette bu ilacı kullanabilmek için Willie Mink ile ilişki yaşamıştır. Kitabın sonunda Jack Gladney ölüm korkusundan kurtulur ve Babette ile birlikte gün batımını izler.
Beyaz Gürültü’de meydana gelen endüstriyel kazanın hepimizde büyük bir farkındalık oluşturması gerektiğini düşünüyorum. Bir petrol vagonunun devrilmesi sonucunda havaya yayılan ve gittikçe büyüyen zehirli gaz Niyodin T. nefes alan öldürücü bir kimyasal buluttur. Blacksmith kasabası için büyük bir tehdit olan bu toksik bulut korkutucu rengiyle kasabayı karartmıştır. Jack Gladney ise kimyasal bulutun kendi yaşam alanına ulaşamayacağını düşünür çünkü ona göre “bu tarz olaylar korunmasız alanlarda yaşayan fakir insanların başına gelir” (DeLillo 114). Jack Gladney’e göre, “doğal ya da insan eliyle gerçekleşen felaketlerin acısını yoksullar ve eğitimsiz insanlar çeker” (DeLillo 114). Jack Gladney’in bu sözleri onun modern, bencil ve kapitalist düşünce yapısını gösterir. Sadece fakirler değil tüm insanlık bu felaketin kurbanı olmuştur. “İnsanlar tarafından laboratuarlarda yapılmış” (DeLillo 127) bu ölümden nasıl kurtulacağız peki? Çözüm, insanlar tarafından yapılmış şeyler yerine her zaman insanlara kucak açan doğaya sığınmaktan geçiyor. Havaya sızan zehirli bulut tamamen kaybolana kadar tüm kasaba ve Gladney ailesi terk edilmiş izci kamplarında kalırlar. Ama toksik bulutun kaybolmuş olması tehlikenin tamamen kaybolmuş olması anlamına gelmez zira zehirli maddelere bir kez maruz kalındığında kümülatif etkilerinden dolayı -yağmur olarak ya da rüzgarlarla taşınarak- bize geri döner. Jack, kamp bölgesindeyken, bir SIMUVAC görevlisinden Niyodin T.’ye bir kez maruz kalınırsa bu zehirli maddenin insan vücudunda 30 yıl kaldığını öğreniyor ve şöyle söylüyor: “Niyodin T. bedenime ölüm tohumları ekti. Ölüp toprağa gömüldüğümde bile Niyodin T. yaşıyor olacak” (DeLillo 150). Don deLillo’ya göre, insanların kendilerini maruz bıraktıkları toksik olay “ölümün modern halidir” (DeLillo 150). Ona göre, “teknoloji ve bilgideki her türlü ilerleme aslında yeni bir ölüm, yeni bir felaket demektir”(DeLillo 150). İnsanların kendilerini öldürmeyi öğrenmesi, her şeyi bilinçsizce tüketmesi ne acı …
“Airborne Toxic Event” (Havadan Gelen Toksik Tehlike) insanın teknolojiyi yanlış kullanarak yarattığı en büyük krizdir. Her ne kadar insanlar farkına varmasalar da üretilen toksik maddeler çevresel felaketler yaratmaktadır. Jack evinin penceresinden, devrilen vagona baktığında “İnsanların eşyaları var her yerde ve onlar sanki kendi hava koşullarını oluşturuyor,” (DeLillo 110) der. Katelyn Hummer’a göre onlar aslında insanların ‘eşyaları’ değil sadece doğayı mahveden atık maddelerdir. Bu atık maddeler, her ne kadar kimse farkında olmasa da, toksik bulutu besleyen mikroorganizmalara dönüşmektedir.
Don DeLillo, Beyaz Gürültü ile insanoğlunun doğaya sadık bir varlık olmaktan çıkıp doğanın bütün dengelerini nasıl değiştirdiğini gösteriyor. Ve görüyoruz ki yarattığı felaketler karşısında insan “tıpkı Ortaçağ cüzzamlıları gibi” (DeLillo 162) çaresiz kalıyor, sahip olduğu ileri seviyedeki teknolojisi onu bu felaketten kurtarmaya yetmiyor. Sanırım insan doğanın başına gelen en büyük felakettir. Beyaz gürültünün (günümüzde bebekleri uyutmak için kullanılan ve teknolojik aletlerin sesinden oluşan bir ses), bizleri daha fazla uyutmasına izin vermemeliyiz. Aksi takdirde, ileride kirletecek bir doğa bile bulamayacağız…
Kaynakça:
Don DeLillo. White Noise. New York: Penguin, 1985.